TECAVÜZCÜ
BELAL
Birazdan,
esirgeyen bağışlayan yüce Allah'ın adıyla keseceğim babamın
kafasını. Bu sözü galiba ilk ondan duymuştum bir koyunun ağlayan
gözlerine bakıp titreyen ince sesini dinlerken. Babamın
gözlerindeki kararlılığa, dik duruşuna hayran olmuştum.
Fışkırırken üstüme de sıçrayan kan bile beni ürkütmemişti.
Babam alnıma bir parça sürdüğünde gurur duymuştum.
Babamın
annemi niye vurduğunu hiç anlayamadım. Galiba yaşamın içine
girmeyi de pek beceremedim. Uzaklardan baktım. Babamın hazırladığı
yollardan annemi çiğneyerek yürüdüm. Aslında annemi hiç terk
etmezdim. Bana babamı sevdiren, ona hayranlık duymamı sağlayan o
oldu. Babamı çok seviyordu. Aslında babam da onu çok seviyordu
ama ne yazık ki sevgiyle doldurabileceği bir dünyası hiç
olmamıştı. Annemin yumuşak ve ince tenine batan bir diken
gibiydi. Çiçekleri ve kuşları, gökyüzünü ve denizi, dağları
ve ormanları görmüyordu. Anneme bir kez bile sarıldığını
görmedim. Hep çok uzak, erişilmezdi. Benden uzak, Sumela'dan uzak,
annemden uzak. Yalnızca bazı erkek dostlarıyla el sıkışır,
bazen yanaklarını bazen kafalarını birbirlerine değdirerek
selamlaşırlardı. Annem de babam da bildikleri güzellikleri bana
öğretmeye çalışırlardı. Annem ağaçları ve otları, inekleri
ve kedileri gösterirdi. Babam erkeklere yüklenmiş sorumluluğu
anlatır, güçlü olmam gerektiğini söylerdi. Gelişmem için
benimle uğraşırdı. Ne yazık ki hiç onun istediği gibi
olamadım. Yere sağlam basıp kollarımın gücüne güvenemedim.
Her an onu kızdıracakmışım, yanağıma bir tokat yiyecekmişim
gibi bir korkuya kapıldım. Hem ona güvendim, hem hiçbir şeyden
korkmadığım kadar ondan korktum. Biraz büyüdüğümde fırtınalı
gecelerde babam ve Sumela dışarıdaysa annem benden güç alırdı.
Küçük kollarımla ona sarılır, kendimi güçlü ve iyi
hissederdim. Sanki onu koruyabilecekmişim gibi, "Korkma
anneciğim, ben buradayım" derdim. Annem gülümserdi.
Gözlerindeki yaşları silerdi. Yaşları korkudan mıydı, babamın
dünyasındaki yalnızlığından mı? Bunu düşünmek ancak yıllar
sonra aklıma geldi.
Geçmişe
baktığımda dördümüzün de büyük bir talihsizlik yaşamış
olduğumuzu görüyorum. Babamın yaptıkları olmasa, bu
talihsizliğimiz yalnızca küçük ailemizin içinde kalacaktı.
Milyonlarca başka kadın erkek ve çocuk gibi, biz de dış
dünyadaki yaşamın denizi içinde yüzmeye, kendi geleceklerimizi
kurmaya çalışacaktık. Oysa babamın nedenini bir türlü
anlayamadığım büyük hedefleri vardı. Önceleri bizler için,
sonra ilk zamanlarda sözünü çok ettiği Allah için, ben
büyüdükçe ve olayların akışı belirli sonuçlara vardıkça da
geçinmemizi ve iyi koşullarda yaşamamızı sağlamak için kurduğu
şirket için çalıştığını sanmıştım. Konuşması ve
davranışları öylesine değişti ki, neyi niçin yaptığını
büsbütün anlayamaz oldum. Ozan Abi’yle tanıştığımda
umutlanmıştım. Onun babam üzerindeki olumlu etkisinin şirketteki
işleri düzelteceğini, böylece babamın evde de daha iyi
davranacağını, hep birlikte çok mutlu olacağımızı sanmıştım.
Gelişmeler ne yazık ki hiç de böyle olmadı. Adeta uçuruma doğru
yuvarlandık, aşağılara düştük, bataklıklara gömüldük.
Küçük evimiz kocaman ve altın yaldızlı bir saraya dönüştü.
Babam, annem, Sumela ve ben sarayın muhteşem odalarında tutsak
edilmiş tuhaf yaratıklara. Belki de Ozan Abi babamın son şansıydı.
Bunu kullanamadı. Annem Yagan Amca’ya çok kızıyordu. “O
olmasa baban bunları yapmazdı” diyordu. Aslında Yagan Amca’yı
da en az Ozan Abi kadar seviyordum. İkisi de çok iyiydi. Hep benim
iyiliğimi düşünürlerdi. Babam kızdığında beni korurlardı.
Yagan Amca çocukluğumu da biliyordu. Ozan Abi’yi sonradan
tanımıştım. Yagan Amca babamın benden yapmamı istediği işlerde
hep yardımcı olmuş, çoğunu kendisi halletmişti. Babam şirketi
tanımamı ve sahiplenmemi istiyor, bu yüzden yaşıma uygun bazı
işler veriyordu. Ne yazık ki düşündüğü gibi olmadı. Babamın
istediği gibi bir genç olamadım. Ozan Abi’yi hep çok kıskandım.
Yagan Amca’yla dertleştiğimde beni yatıştırıyor, kendime
güven duymamı sağlıyordu. “Ozan sandığın kadar iyi biri
değil, ayrıca gizli hesapları var. Şirkete zarar verenlere destek
oluyor. Sen onları durdurursan baban senin gücünü ve değerini
anlar” diyordu. Dediklerini yapmayı pek beceremedim ama Yagan Amca
ve babam işleri zaten iyi hallediyorlardı. Erk A.Ş. böylece adeta
birdenbire yükselip dört bir yanı kaplamıştı. Sonra günün
birinde kötü bir olay oldu. nereden ve nasıl çıktığı herkesçe
pek de öğrenilemeyen bir kurşun yaşamımızı değiştirdi.
Babamın
annemi niye vurduğunu hiç anlayamadım.
TACİZCİ
AMCA
İlk
anılarım güzel olmalı. Annemin sevgisini hatırlıyorum. Babamın
sevinç dolu sesi kulaklarımda. Sumela’yla ilgili karmaşık
duygularım var. Beni okşar ve severken birden yumuşak yanağımı
koparacak gibi sıkıverdiği olurdu. Ya da kucaklarken kemiklerimi
kıracakmış gibi sıktığı. Yaptığım yaramazlıklarda “Sakın
babama söylemeyelim, duymasın” diye öylesine bağırırdı ki,
yalnızca babam değil herkes duyardı. Yine de o yıllarda annemle,
Sumela’yla ve babamla geçen günleri çok iyi bir dönem, belki de
yaşamımın en mutlu anlarının bulunduğu bir zaman dilimi olarak
hatırlıyorum. Ne yazık ki rahatlığım pek uzun sürmedi.
Babamın
iş çevrelerindeki değişimlerin sonucu olarak eve yeni kişiler
gelip gitmeye başlamıştı. Onlarla hiç ilgilenmiyordum,
dediklerini zaten anlamıyordum, gelip gelip gidiyorlardı. Bir gün
yaşlı bir adam erken gelmişti. Babam henüz yoktu. Annem
mutfaktaydı. Sumela odamızdaydı. Babamın işleri yeni yeni
gelişmeye başlıyordu. Henüz evimiz bir saray değildi, ikimiz
aynı odada yatıyorduk. Sumela sık sık odamıza gider, küçük
bebekler ve kartpostallarla öyküler anlatırdı. Resimlerdeki
kızlara ve oğlanlara hep hayran hayran bakardı. Adam içeri
gelince canım sıkıldı. Annem salonda oynamama izin vermişti ama
şimdi gitmem gerekecekti. Oyuncakları toplamaya başladığım
sırada adam beni yanına çağırdı.
“Gel
bakalım güzel çocuk” dedi.
Yerimden
kıpırdamadım. Ne işim vardı tanımadığım bir adamın yanında?
Annem dışarıda tanımadığınız kişilerin yanına gitmeyin
demişti. Evde niye gidecektim? Adam da hiç sevimli görünmüyordu.
Ne anneme ve babama, ne de Sumela’yla bana benziyordu. Saçları
gri ve seyrekti. İri ve yuvarlak bir gözlüğü, ince bıyıkları
ve sakalı vardı. Bana göre dev gibiydi, babamdan bile iriydi.
Benden ses gelmeyince cebinden küçük metal bir kutu çıkarıp
salladı. İçinden gelen sesi dinletti. Bana baktı.
“Bunun
içinde ne olduğunu biliyor musun?”
Başımı
iki yana salladım.
“Öğrenmek
ister misin?”
Yine
başımı iki yana salladım. Kutunun kapağını açıp içini
gösterdi. Renkli ve yuvarlak lekeler görünüyordu.
“Şeker
mi?” diye sordum.
“Gel
bak bakalım.”
“Annem
şeker yememizi istemiyor.”
Adam
gülerek konuştu.
“Sen
ne akıllı çocuksun öyle. Babana çekmişsin. Ama amcalar şeker
verince yenir. Yememek ayıptır. Gel bir tadına bak bakalım.”
Ağzına
bir tane atıp gözlerime bakarak ve şapırdatarak emmeye başladı.
Bir süre sessizce izledim. Gitmeyi düşünmüyordum. Şekere çok
meraklı da değildim. Adam kırmızı ve iri bir şeker çıkardı.
“Gel
al bakalım şunu” dedi. “Yemezsen babana söylerim, sana kızar.”
Birden
sanki babamın bir isteğini yapmıyormuşum gibi bir korkuya
kapıldım. Arkadaşı babama büyüklerime karşı geldiğimi
söylerse babam ne yapardı? Beni döver miydi? Annem beni
koruyabilir miydi? Adamı tanımasam yanına gitmezdim ama bizim eve
geldiğine göre akrabamız ya da dostumuz olmalıydı. Gidip şekeri
alsam, teşekkür edip oynamak için Sumela’nın yanına gitsem. Ne
zararı olurdu ki? Üstelik belki de güzeldi şekeri. Sessizce ve
yavaşça bacaklarını iki yana açmış adamın oturduğu koltuğun
yanına gittim.
Beni
yakalayıp yanına çekti ve ayaklarını yerde birleştirerek beni
dizlerinin arasında sıkıştırıp hapsetti. Canım acıdı.
“Bırak!” diye bağırdı. “Bırakacağım, önce şekerini ye”
diyerek iri parmaklarıyla dudaklarımı ayırarak şekeri içeriye
bastırdı. Yine canım acıdı. Ağlamaya başladım. Sesime Sumela
geldi. Üzerinde hoş ve bedenini sıkı saran bir elbise vardı.
Babam bu tür giysilere çok kızıyordu. Gördükçe anneme “Sen
çocuk yetiştirmeyi bilmiyorsun” diyerek bağırıyordu. Adam
gözlerini Sumela’nın bedenine dikti. Evde babamdan ve benden
başka erkek görmeyen Sumela’nın bir süredir dışarıda gördüğü
bazı gençlere dikkatle baktığına dikkat etmiştim. Evimizde
oturan adam da ilgisini çekmiş olmalıydı.
“Ben
de şeker alabilir miyim?” diye sordu.
“Amcana
bir öpücük verirsen istediğin kadar veririm” dedi yaşlı adam.
Sumela
bir an durakladı. Sonra yaklaştı. Adam dudaklarından sızan
şekerli sıvıyı yaladı. Elini Sumela’nın memelerine koydu.
“Kocaman
kız olmuşsun sen artık kız!” dedi titreyen bir sesle. “Güzel
ve sadık bir kadın olabilirsin artık.”
Adamı
öldürmek istedim. Ablama kötülük yapıyordu. Ama Sumela rahattı.
Gururlu ve sevinçli bir yüzle adama baktı.
“Güzel
miyim gerçekten?” diye sordu.
“Çok
güzelsin.”
Bu
sözü o anda salona girmiş olan annem de duydu.
“Çek
o pis ellerini çocuklarımın üzerinden iğrenç herif” diye
bağırdı hiç tanımadığım bir sesle.
Adam
şaşkınlık içinde kekeledi.
“Demet
Hanım, yanlış anladınız. Demet Hanım, hiç olur mu? Ne demek
istiyorsunuz? Onlar benim de çocuklarım, bizim de çocuklarımız.
Hayriye Hanım da, ben de çok seviyoruz onları. Kendi çocuklarımız
gibi.”
“Daha
fazla konuşmayın Hasan Bey. Lütfen hemen gidin. Bu evden ve
çocuklarımdan uzak durun.”
Adam
kekeleyerek biraz daha konuşmaya çalıştı. Sonra süklüm püklüm
uzaklaştı. Annem öfkeyle söyleniyordu.
“Seni
ahlak masasına teslim etmediğime şükret pis adam.”
O
sırada bunun üzerinde ahlak yenen bir masa olduğunu düşünmüş,
ahlakın nasıl bir yiyecek olduğunu merak etmiştim. Daha sonra bir
oyun da olabileceği aklıma geldi. Çok sonraları bir yerde ahlak
masasının, cinsellik ticaretini denetlemeye çalışan bir devlet
birimi olduğunu duyup şaşırmıştım. Ahlakın ne olduğunu
anlayamadığım gibi, ahlak masasını da hiç anlayamadım. Ahlak
hiç olmadığı için mi bir masada filizlendirilip geliştirilmesi
gerekiyordu, çok fazla olduğu için mi masalara dağıtılarak
kontrol edilmesi isteniyordu? Ahlak neydi, kimindi, nasıl korunurdu?
Ahlak masaları, Hasan Bey’lere ne yapardı? Ne yapmalıydı?
BELAL’İN
TACİZLERİ
Küçük
yaşta tacizci bir amcayla karşılaşmasam, Tecavüzcü Belal olur
muydum?
Anlatması
biraz zor olan bu tuhaf öykü küçük tacizlerle başlamıştı.
Aslında öncelikle de, Sumela’nın bana tacizleriyle. Başlangıçta
onunla pek iyi geçinemeyen iki arkadaş gibiydik. Benden daha
güçlüydü. Kızdığı, dövdüğü olurdu. Ama ablalık da
yapardı. Özellikle annem, babam, ya da yaptıklarına değer
verebilecek herhangi biri yakınlardaysa koruyuculuğu iyice artardı.
Yine de şunu söyleyebilirim ki, ne tek ne ilk ne de en önemli
nedeni o değilse de, Sumela olmasaydı Tecavüzcü Belal olmazdım.
Sumela’nın
benden önceki yıllarını elbette bilmiyorum ama annemin
söylediğine göre o zamanlar daha sakin ve huzurluymuş. Annemle
iyi bir ilişkileri varmış. Ben gelince işler değişmiş.
Kardeşini o kadar seviyormuş ki kucaklarken neredeyse sevgiden
boğulacakmışım. Bana o kadar bağlıymış ki parmağımı elimi
kulağımı bileğimi yanağımı çenemi sımsıkı yakaladığında
annemin duyacağı kadar ağlatmadan bırakmıyormuş. Neyse ki
Sumela’nın saldırıları büyüyüp güçlendikçe azalmış,
kontrollü bir düzeye gerilemişti. Bir gün bana nasıl baktığını
gördüğümde Sumela’nın artık eskisinden çok farklı olduğunu
düşündüm. Gözlerinde seven bir yumuşaklık, sıcak bir yakınlık
vardı. Sesiyle okşuyor, okşayarak kucaklıyordu. Daha önce korkup
kaçtığım dokunuşlarını arar olmuştum. Bir gün elini yanağıma
koymuştu. Bu ilk kez olmuyordu ama uzun süre çekmemişti.
“Ne
hoş bir tenin var” demişti.
“Ne
diyorsun be abla” demiştim sıkılarak.
“Bana
yalnızken abla deme. Yalnızca Su de. Annemin yanında ne istersen
diyebilirsin. Babamın yanındaysa yalnızca Sumela Abla diyeceksin.
Saygılı konuşacaksın.”
“Peki
abla.”
“Annem
de babam da yok. Şimdi ne diyeceksin?”
“Su.”
“Beni
seviyor musun?”
“Seviyorum.”
“Adımı
da söyle.”
“Seni
seviyorum Su.”
Aramızdaki
yaş farkı çok fazla değildi ama yine de benden epey büyüktü
ilk yıllarda. Şimdi o hızla değişiyordu. Ben biraz büyümüş
bir çocuktum ve galiba onun yeni dönemindeki ilk oyuncağı
olmuştum. Onu seviyordum, oynamak dışında bir işim de yoktu
zaten, bu yüzden hiç itirazım yoktu bu duruma. Sumela’nın
gözlerimin içine bakmasından, sürekli yeni öyküler anlatarak
beni sevmenin binlerce yolunu bulmasından, en çok da aradaki küçük
dokunuşlarından çok hoşlanıyordum. Sumela’nın aklına nereden
geldiğini bilemediğim öyle çok düşünce üşüşüyordu ki,
adların ve olayların arasında kayboluyordum. Bazen zengin bazen
yoksul, bazen soylu bazen halktan, bazen masal bazen gerçek
dünyasında, bazen okulda bazen tatilde, bazen de Sumela’nın
bildiği ya da uydurduğu işlerden birinde çalışıyor oluyorduk.
Sumela kendi rolünü yazdığı gibi, benim yapacaklarımı ve
söyleyeceklerimi de tüm ayrıntılarıyla planlayıp uygulatıyordu.
Çok güzel günlerdi. Oyun, bedenlerimiz geliştikçe bozuldu.
Sumela’nın dokunuşları daha tutkulu olmaya başladı. Bakışları
ve soluğu eskisinden farklıydı. Bir oyun oynadığımızı
unutuyor, kendini fazla kaptırıyordu. Beni pek anlamadığım
hareketleri yapmaya zorluyordu. Önceleri nedense biraz karşı
çıkmıştım. “Ben senin oyuncağın değilim” demiştim. Sonra
yaptırdıklarından benim de en az onun kadar hoşlandığımı fark
ettim. Sumela bedenini artık çoktan keşfetmişti. Benim bedenimi
benimle birlikte keşfediyordu. Aramızdaki yakınlık ve
bedenlerimizin sıcaklığı her geçen gün biraz daha artıyordu.
Sumela bedeninin her noktasına dokunmamı,onu bütünüyle tanımamı
istiyor, kendisi de aynısını bana yapıyordu. “Büyüyorsun
çocuk” diyordu bazen beni öperken. “Büyüyorsun ve her geçen
gün daha güzel tatlar bırakıyorsun ellerimde.” Oyunumuz artık
vazgeçilmez olmuştu. Sumela’yla başbaşa kalabileceğim
zamanları iple çekiyordum. Annemin, hele babamın bu durumu fark
etmesinden çok korkuyordum ama aldırmıyordum. Karşı konulmaz bir
güç, beni bir başka Belal’e doğru götürüyor, çocukluğum
her geçen gün biraz daha büyüyordu. Boyum hâlâ Sumela’dan
epey kısaydı ama davranışlarım ve birlikte yaşadıklarımızdan
aldığım zevk onunkilere yaklaşmaya başlamıştı.
“Sen
benim küçük prensimsin” diyordu Sumela beni severken.
“Sen
benim kraliçemsin ve hep öyle kalacaksın” diyordum onu öperken.
Küçük
krallığımızda büyük mutluluklar yaşıyorduk. Bir gün tatsız
bir olay olmasa, belki de yaşadıklarımız yalnızca masum bir
çocukluk anısı olarak kalacak, yaşamımda tuhaf ve kalıcı bir
iz bırakmayacaktı.
Hep
birlikte olduğumuz sayılı akşamlardan birindeydi. Salonda annem,
babam, Sumela ve ben oturuyorduk. Su, her zamanki gibi yine çok hoş
ve güzeldi, çekiciydi, sıcaktı. Ben artık kendimi genç bir
erkek olarak görmeye başlamıştım. Akıl almaz bir güç beni
Sumela’ya çekiyordu. Ona sarılmak, elinden tutup götürmek, en
güzel oyunlarımızdan birini tutkuyla oynamak istiyordum. Kuşkusuz
bunu yapamayacağımı biliyordum ama hiç değilse ona dokunmak
istedim. Elimi usulca uzatıp bacağına hafifçe dokundum. Birden
kulaklarıma inanamadım. Sumela bir çığlık atmıştı.
“Anne!
Baba! Belal bana tecavüz ediyor.”
Bir
an korkunç bir sessizlik oldu. Sonra annem gülümsedi. Babam
kahkahalarla gülmeye başladı. “Bizim oğlan erkek olmuş da
kadınlara tecavüzü düşündürecek hale gelmiş ha, afferim benim
oğluma” dedi. Annem araya girdi.
“Yavrum
ona tecavüz denmez, taciz bile dememelisin, kardeşin ergenlik
döneminde. Boş bulunmuştur.”
Sumela
annemden farklıydı. Babama daha çok benziyordu. Tuhaf
davranışlarını hep gözlemiştim. Kendi çıkarlarını korumayı,
istediklerini almayı ve yaptırmayı, başkalarını zayıflatmayı
iyi biliyordu. O sözü beni incitmek için edip etmediğini
bilmiyorum. Nasıl ve neden söylemiş olursa olsun, Sumela’nın
yakıştırdığı sözü babam pekiştirdi.
“Tecavüzcü
Belal! Afferim oğluma. Erkek adam elbette ihtiyaçlarını
karşılayacak. Kadın ne için vardır.”
Annemin,
babamın bu sözlerine o sırada şiddetle karşı çıkmaması
sonraki yıllarda beni hep şaşırtmıştı. Niçin böyle sessiz
kaldığını anlayamamıştım. Babamla arasında iyi ve doğru tek
bir ortak nokta, en küçük bir güzellik kalmamış olduğunu
nereden bilebilirdim? Üstelik “Tecavüzcü Belal” benim için
yalnızca bir ergenlik anısı olmamış, babamın yazdığı korkunç
bir öykünün de kötülük simgesi olmuştu.
BELAL’İN
İLK AŞKI
İlk
aşkımın son aşkım olacağını onunla ilk karşılaştığımda
elbette asla bilemezdim.
Biraz
büyüdüğümde babam beni işe götürmeye başlamıştı. Önceleri
çok umutluydu. Onun yaptıklarını hemen görüp anlamamı,
kendiliğimden ne istediğini kavrayıp onun gibi olmamı bekliyordu.
Ne yazık mı ne mutlu mu demeliyim bilmiyorum, hiçbir zaman onun
istediği gibi bir çocuk olamadım. Ne ona yakışan bir genç, ne
de ona göre adam olabildim. Onun gözünde hep işe yaramaz bir
zavallı olarak kaldım. Kendi gözümdeki değerim de düştükçe
düştü. Annemin babamdan esirgediği aşkı bana verdiğini
hissetmesem, yokluğuma dayanmanın onun için çok zor hatta
imkânsız olacağını bilmesem gereksiz bedenimin ve işe yaramaz
aklımın canlı kalmaması için elimden geleni yapardım. Aslında
annemle birlikte uzaklara gitmeyi çok istedim. Bunu ona da söyledim.
Annem bana sarıldı, güldü. "Gidemeyiz yavrum" dedi.
"Dünyayı ve yaşamı henüz tanımıyorsun. Baban kadar güçlü
değiliz. Paramız da yok. Yalnız yaşayamayız. Gidip
yaşayabileceğimiz hiçbir yer yok." Ben çalışıp
kazanacağımı, ona bakacağımı söyledikçe daha çok güldü,
bana daha sıkı sarıldı. "Sen çok güzel işler yapabilirsin
yavrum" dedi. "Beni düşünme, önüne mutlu olacağın
bir yol aç. Sen güzel bir yere varırsan, belki bir gün ben de
yanına gelirim." Bu dediği hiç olmadı. Hiçbir yere
gidemedim.
Babam
benden kendi kopyasını yaratamayacağını anlayınca uğraşmaktan
vazgeçti, beni yalnızca bir korkuluk olarak kullanmaya karar verdi
ve düzenli olarak yönetim merkezine götürmeye başladı.
Söylediğim her söze, yaptığım her işe kızıyordu. Beni
sürekli olarak aptallıkla, beceriksizlikle suçluyordu. Koltuğu ve
masası, odası ve ofisi, çalıştığı bina ve bulunduğu çevre
ben büyüdükçe büyümüş ve zenginleşmişti. Babam görünüş
olarak pek değişmemişti ama duruşu ve bakışları, kurduğu
ilişkiler farklılaşmıştı. Eskiden beri babamdan çok korkardım.
Artık karşısında titremeden duramıyordum. Tuhaf olan, çok güçlü
görünen bazılarının da benim gibi olmalarıydı. Babam
koltuğundan kalktığı anda ne yapacaklarını bilemiyor, sessizce
ondan gelecek darbeyi bekliyorlardı. Ozan Abi ile karşılaşana
kadar yaşamım korkunçtu. Onu tanıdıktan sonra da yaşamım
iyileşmedi ama en azından bu dünyada iyi ve güzel şeyler de
olabileceğini düşünmeye başladım. Belki de Ozan Abi'yi tanımış
olmasam Hece'yi hiç görmez, görsem fark etmez, fark etsem onunla
konuşacak cesareti bulamaz, konuşsam bile yakınlaşmaktan korkar,
yalnızca uzaktan bakardım. Hece'yi görünce aklımdan geçen ilk
düşünce, "İşte Ozan Abi'nin sözünü ettiği güzellik bu
olmalı" oldu. Hece'ye saatlerce, günlerce, aylarca uzun uzun
baktım ama onu anlatamam. Çekingen, sessiz, yalnız, mutsuz, güçsüz
görünüyordu. Her an korkup kaçacak gibiydi. Çok genç olmalıydı,
babamın ona bakışlarını görünce ne yapacağımı bilemedim.
Benim her an incinebilecek küçük bir çiçek gibi gördüğüm
Hece'ye o, koparıp yapraklarını yolmak ister gibi bakıyordu.
Babamın duruşunun, bakışlarının, ses tonunun, yüzündeki
ifadenin insanı nasıl ürkütüp titrettiğini çok iyi bildiğim
için Hece'ye çok acıyordum. Nereden bulup eline düşmüştü bu
korkunç adamın? Ozan Abi galiba Hece'yi uzaktan biraz tanıyordu.
Aydın Abi'den duyduğunu söylemişti. Yoksul bir ailenin akıllı
kızı olduğunu, babamın yardım etmesini umarak onun yanında
çalışmasını istediklerini, kayıtsız ve eğitim görmeyen bir
stajyer olarak işe başladığını, bir tür yönetici yardımcısı
olmasını düşündüklerini anlatmıştı. Bu küçücük kızın
bu büyük işleri üstelik babam gibi bir adamın yanında nasıl
yapabileceğini anlamamıştım ama yine de Hece'nin gelişindeki ve
duruşundaki cesarete hayranlık duymuştum. Zamanla Hece'nin aslında
çok zavallı ve çaresiz olduğunu anlamıştım. Ailesini ve
kendisini kurtarmak için babamdan gelecek paraya muhtaçtı ve babam
bu durumu çok iyi biliyordu. Hece'nin durumunu çok iyi anlıyordum
çünkü benim durumumun da babamın oğlu olmam ve ailemin çok
zengin olması dışında onunkinden pek farkı yoktu. Ben de Hece ve
annem gibi babamın vereceği paraya bakıyordum. Ben de herkes gibi
ondan kendimi pencereden atabilecek kadar çok korkuyordum. Onu
öfkelendirmemek için ölmeye razıydım. O zamanlar yavru fil
sendromunu duymamıştım ve babamın beni parçalarıma ayırarak
pencereden atabileceğini ve benim çaresizce ona bakmak dışında
hiçbir şey yapamayacağımı düşünüyordum. Babamın gözlerine
bakmaya, ona doğru bir adım atmaya cesaretim yoktu. Kendimi
korumayı, ona dokunmayı düşünemiyordum bile. Boğazının
kesilmesini bekleyen bir koyundan daha cesur ve güçlü değildim.
Zavallı Hece bu olağanüstü inceliği ve güzelliğiyle acımasız
bir dünyanın içine düşmüştü. Babamın onunla nasıl
oynadığını uzaktan çaresizce izliyor ve elimden hiçbir şey
gelmediği için kahroluyordum. Babam bu küçücük kızı olgun bir
kadın olarak görüyor ve onun kölesi olmasını istiyordu.
Başlangıçta bu duygularını pek açığa vurmamıştı ama
zamanla herkes durumu açıkça görmüştü. Hece babamın elindeki
görünmez iplerle ona bağlıydı. Kıpırdadıkça büyük acılar
çekiyordu. Babamın her sözü ve davranışı, Hece'nin
çaresizliğinin farkına varmasını ve tümüyle ona teslim
olmasına yönelikti. Hece'nin defalarca karşı çıkacak noktaya
geldiğini ve son anda durduğunu görmüştüm. Yüzünde gördüğüm
acıları anlatamam. Görünmez ipler yalnızca onu değil, ailesini
ve geleceğini de kıskıvrak bağlıyordu. Hece ölümcül acılarla
karşılaşmaktan korktuğu için, ağlamaya bile cesaret edemiyordu.
Kaskatı duruyor ve bekliyordu.
Hece'yle
bambaşka koşullarda karşılaşmış olmak için neler vermezdim.
Ona söyleyecek güzel sözler bulabilmeyi, onunla bir deniz
kıyısında sakince ve rahatça konuşabilmeyi, hiçbir gelecekten
ve hiçbir tehditten korkmamayı ne kadar çok isterdim. Onunla iki
sevgili olamasak bile, iki dost olabilmek beni öyle mutlu ederdi ki.
Dünyaya ve insanlara güvenle bakabilmek, yaşamın güzelliklerini
birlikte görebilmek. Bir gün uzaklara gitmesinin ve ondan
ayrılmanın acısına bile katlanırdım. Onu tanımış olmakla ve
yaşadıklarımızla avunurdum. Ne yazık ki bambaşka koşulları
yaratabilecek gücüm yoktu. Belki gücüm olsa bile, o koşulların
zamanı henüz gelmediği için onları yaratamayacaktık. Bu yüzden,
kaçınılmaz sona adım adım yaklaştık. Hece'nin babamın kurduğu
kapana yakalanmış olduğunu, dünyadan ve benden uzaklaşmakta
olduğunu her an hissettim. Elimden hiçbir şey gelmedi. Çaresizce
bekledim. Bir gün o kaçınılmaz sonun en dayanılmaz sahnesini
izledim.
Babamın
yanına zorunlu olmadıkça gitmiyordum. Ona ulaşmak zaten pek kolay
değildi ama benim ayrıcalıklarım vardı. Babam beni hiçbir zaman
bir tehdit olarak görmediği için olsa gerek, çoğunlukla onun
odasına elimi kolumu sallayarak girebiliyordum. Babam kapısını
kitlemezdi ama kapının dışındaki herkes eğer istemediği bir
kişi odasına girecek olursa buna neden olanların ölümden beter
cezalara çarptırılacağını bilirdi. Sanırım benim dışımda
hiç kimse, böyle elini kolunu sallaya sallaya yürüyüp
teklifsizce kapıyı açarak odaya dalamazdı. Benimse bu işi daha
önce yaptığım da olmuştu. Nedense babam bana pek ses
çıkarmamıştı. Kapıyı açtığımda neler göreceğimi bilsem
belki hazırlıklı olur, içeriye ne yapacağımı bilerek hemen
dalardım. Ama hazırlıksızdım. Odaya girince gördüklerim
karşısında donup kaldım.
Önce
Hece'nin sesini duydum. Acı dolu bir çığlığı kısarak içine
atmaya çalışmıştı. Sonra masanın üzerinde yaslanmış duran
bedeninin üst kısmını, yüzünü ve gözlerini gördüm. Başı
kapıya dönüktü. Elleri bağlıydı. Bacakları yere uzanıyordu.
Babam hemen arkasındaydı. Hızla soluk alıp vererek ve üzerine
abanarak iri elleriyle Hece'yi tutuyor, ona büyük acılar vererek
henüz uzaklarda olması gereken yolculuklara zorluyordu.
Gördüklerime inanamıyordum ama babamın yaptıklarına yine de
şaşırmıyordum. Küçücük bir çocuğa tecavüzcü adını
yakıştıran bir adamdan her şey beklenebilirdi. Babamı tuttuğum
gibi pencereden dışarı fırlatabilmeyi çok isterdim. Gücüm
yoktu. Çaresizce haykırmaya başladım.
"Pislik
herif, asıl sensin tecavüzcü, çocuk katilisin sen, lanet herif.
Nasıl yaparsın bunu Hece'ye. Pislik herif,lanet herif, güzelliğin
belası herif. Nasıl yaparsın bunu o küçücük kıza? Pislik.
Pislik. Pis. Pisliğin odayı dolduruyor. İğrenç kokun ve sesin.
Zehirli nefesin."
Ağlamaya
başladım. Babam şaşırarak donup kalmıştı. Sekreterler ve
Yagan Bey odaya girdiğinde henüz toparlanamamıştı.
Sekreterlerden biri üzülerek, diğerleri kayıtsız baktılar
Hece'ye. Yagan Bey yüzünde zevk aldığını düşündüren bir
ifadeyle durumu uzun uzun inceledi. Babama karşı kıskançlık ve
hayranlıkla karışık duygular beslediğini sezdim. Neden sonra
toparlandı.
"Erdoğan
Bey" dedi. "Biliyorsunuz birazdan toplantı için
gelecekler, Hece hanım bir an önce işinin başına dönse iyi
olur. Belki siz de son hazırlıkları gözden geçirmek istersiniz.
Ben on dakika sonra dosyayı getiririm."
Sekreterler
şaşkınlıkla bakıyorlardı. Yagan Bey onlara bağırma zevkini
babama bırakmak istemedi.
"Ne
duruyorsunuz uyuşuk uyuşuk? Kıpırdasanıza. Götürün hemen Hece
hanımı buradan. Duymadınız mı, önemli bir toplantı var. Herkes
işinin başına, hemen!"
Hece
bir süre daha çalıştı galiba ama onu bir daha görmedim. Galiba
ailesi ve kendisi için yüklü bir tazminat alarak işten ayrıldı.
İlk aşkımın son aşkım olacağını onunla ilk karşılaştığımda
elbette asla bilemezdim.
GENÇ
BELAL’İN ACILARI
Babamın
istediği gibi bir genç olamadım. Ozan Abi’yi hep çok kıskandım.
Yagan Amca’yla dertleştiğimde beni yatıştırıyor, kendime
güven duymamı sağlıyordu. “Ozan sandığın kadar iyi biri
değil, ayrıca gizli hesapları var. Şirkete zarar verenlere destek
oluyor. Sen onları durdurursan baban senin gücünü ve değerini
anlar” diyordu. Dediklerini yapmayı pek beceremedim ama Yagan Amca
ve babam işleri zaten iyi hallediyorlardı. Erk A.Ş. böylece adeta
birdenbire yükselip dört bir yanı kaplamıştı. Sonra günün
birinde kötü bir olay oldu. nereden ve nasıl çıktığı herkesçe
pek de öğrenilemeyen bir kurşun yaşamımızı değiştirdi.
Babamın
annemi niye vurduğunu hiç anlayamadım. Birazdan, esirgeyen
bağışlayan yüce Allah'ın adıyla keseceğim babamın kafasını.
Babamın
büyük hedefleri olmasa, yaşadıklarımız yalnızca küçük
ailemizin içinde kalacaktı. Milyonlarca başka kadın erkek ve
çocuk gibi, biz de dış dünyadaki yaşamın denizi içinde
yüzmeye, kendi geleceklerimizi kurmaya çalışacaktık. Oysa babam
asla durmadı. İçindeki ölümü yalnızca bizlere değil,
ulaşabildiği herkese ve hatta bütün dünyaya taşımak için
elinden geleni yaptı. Bunun nedenini hiç anlayamadım. Annemi mi
beni mi kendini mi sevmiyordu bilemedim. Galiba o en çok Sumela'yı
seviyordu ve Sumela da en çok ona âşıktı. Babamın yaşamı niye
sevmediğini hiç anlayamadım.
Yaşamımın
yaşarken yaşanmadan biteceğini, ilk aşkımın son aşkım
olacağını, çocukluğumun ve gençliğimin acılarının beni
büyük bir yalnızlık içinde ölümü bekleyerek yaşanacak bir
hayata kapatacağını asla bilemezdim. Yıllar beni tüketerek
geçti. İlk aşkım Hece çok gerilerde kalmıştı. Babamın annemi
niye vurduğunu ve sonra Ozan Abi'nin niçin yaşamımızdan tamamen
çıktığını hiç anlayamadım. İçimizde, dışımızda,
yakınımızda ve uzaklarda bir eksiklik olduğunu hep hissettim.
Kötülük her yanımızı kaplamıştı, iyilik bize yaklaşamıyordu.
Ozan Abi gittikten sonra kendimi çocukluğumun korkunç
karanlıklarında sonsuza dek yaşamaya mahkum edilmiş gibi
hissettim. Ozan Abi bana Aydın Abi'den çok söz etmişti. Eğer
babam onu göndermeseydi, her şeyin bu kadar kötü olmayacağını
söylemişti. Aydın Abi'yi tanımıyordum ama Ozan Abi'ye çok
güveniyordum. Beni babamdan bile koruyabilecek iki kişi varsa, biri
annem diğeri Ozan Abi'ydi. Ozan Abi Aydın Abi'ye böyle çok
güvendiğine göre, Aydın Abi de çok iyi ve güçlü bir insan
olmalıydı. Yagan Amca da çok iyi ve becerikli biriydi. Aslında
kendisi hemen hiçbir iş yapmıyordu. Ama çevresinde çözülmesi
gereken bir sorun olduğunda öyle akıllıca sözler ediyordu ve
başkalarını öyle güzel yönlendiriyordu ki bütün sıkıntılar
kısa sürede geride kalıveriyordu. Şirkete zarar verecek gibi
olduklarında Aydın Amca, Mahmut Amca, Ozan Abi hep bu yüzden ve
böyle uzaklaştırılmış olmalıydı. Tüm bu işlerin nasıl
yapıldığını bilmediğim gibi, başka olayların nasıl
yaşandığını ve başkalarının başına neler geldiğini de
bilmiyordum. Babamın oğlu olarak önceden döşenmiş rayların
üzerinde kendi yaşam vagonumunda ilerliyordum. Aşklarım ve
umutlarım geride kalıyordu. Babamın Hece'ye yaptıklarını
gördükten sonra o küçücük kızı kurtarmak ve ona güzel bir
yaşam sağlamak için hiçbir şey yapmamış ya da yapamamış
olduğum için kendimden nefret etmiştim. Artık ne kendime
güvenebilirdim ne de bir başkasının bana güvenmesini
isteyebilirdim. Güven olmayınca sevgi ve saygı, yaşam da olmazdı.
Babam kimseye güvenemediği için hep yalnızdı, sürekli kaçarak
ölümü bekliyordu. Ben de onun yanında yaşamak, dayanılmaz
acılara katlanmak ve sevdiğim herkesin yok olmasına katlanmak
zorundaydım.
Hepsini,
babamın annemi vurmasını bile bağışlayabilirdim ama onun annemi
düşürdüğü durumu affedemiyordum. Annem ölüp gitse, belki
yokluğuna alışabilirdim. Ama annem babamın onu kapattığı
vagonun içinde bir zamanlar çok sevdiği bu adamın tüm
canavarlıklarına katlanmak ve onun tüm güzellikleri yok etmek
için giriştiği savaşa tanık olmak zorundaydı. Çocukları her
şeyiydi ve kendisinin ve çocuklarının babam için hiçbir değeri
olmadığını anladığında bile onsuz bir yaşam düşünememiş,
bulamamış, kuramamıştı. Babamın onu kapattığı korkunç
karanlıktan kendini kurtaramamış, çevresindeki ve dünyadaki
kimse de bir çözüm bulamamış, ona yardım edememişti. Ben de
çaresiz kalmıştım. Bulabildiğim tek çözüm, babamı öldürmek
olmuştu. O ölünce belki dünya daha güzel olurdu. Belki onun
yerini Yagan Bey gibi başka babalar doldururdu ve hiçbir şey
değişmezdi ama bulabildiğim başka çözüm yoktu. Bunu denemek
zorundaydım. Yalnızca annemin yüzünde belirecek küçük bir
sevinç gülümsemesi için bile bunu yapabilirdim. Erk A.Ş.'nin
iyiye mi kötüye mi gideceği, çıkacağı mı batacağı mı,
başına kimin geçeceği ve neler yaşanacağı umurumda değildi.
Büyük ihtimalle Yagan Bey'in kontrolündeki Sumela her şeyin
eskisi gibi gitmesini sağlayacaktı ama olabilecek hiçbir şey
umurumda değildi. Yaşamım boyunca tanık olduklarımdan kurtulmak
ve artık annemin yüzündeki ve gözlerindeki acıyı görmemek
istiyordum. Babamın ölümünden sonra babaannemin de huzura
ereceğinden ve uzaklardaki yerinde artık rahat uyuyacağından
kuşkum yoktu. Tek korkum, benden sonra anneme ve Hece'ye kötü
davranılmasıydı ama Ozan Abi'nin oluşacak yeni koşullarda Aydın
Abi'nin de desteğiyle onların daha iyi koşullarda yaşaması için
çözümler bulabileceğine inanıyordum.
Babamın
annemi niye vurduğunu hiç anlayamadım. Birazdan, esirgeyen
bağışlayan yüce Allah'ın adıyla keseceğim babamın kafasını.
Babamın annemi vurabileceğini daha önce anlasam belki tüm
bunların yaşanmaması için bir çözüm bulabilirdim. Hece'yle
birlikte geçecek güzel bir ömrün hayallerini bile kurabilirdim.
Annemin ve babamın bana verebildikleri akıl ve güç buna yetmemiş
olmalı. Her şey için çok geç olduğunu biliyorum. Yapabileceğim
başka hiçbir şey yok.
Birazdan,
esirgeyen bağışlayan yüce Allah'ın adıyla keseceğim babamın
kafasını.