6 Kasım 2019 Çarşamba

Tecavüzcü Belal


TECAVÜZCÜ BELAL

Birazdan, esirgeyen bağışlayan yüce Allah'ın adıyla keseceğim babamın kafasını. Bu sözü galiba ilk ondan duymuştum bir koyunun ağlayan gözlerine bakıp titreyen ince sesini dinlerken. Babamın gözlerindeki kararlılığa, dik duruşuna hayran olmuştum. Fışkırırken üstüme de sıçrayan kan bile beni ürkütmemişti. Babam alnıma bir parça sürdüğünde gurur duymuştum. 
Babamın annemi niye vurduğunu hiç anlayamadım. Galiba yaşamın içine girmeyi de pek beceremedim. Uzaklardan baktım. Babamın hazırladığı yollardan annemi çiğneyerek yürüdüm. Aslında annemi hiç terk etmezdim. Bana babamı sevdiren, ona hayranlık duymamı sağlayan o oldu. Babamı çok seviyordu. Aslında babam da onu çok seviyordu ama ne yazık ki sevgiyle doldurabileceği bir dünyası hiç olmamıştı. Annemin yumuşak ve ince tenine batan bir diken gibiydi. Çiçekleri ve kuşları, gökyüzünü ve denizi, dağları ve ormanları görmüyordu. Anneme bir kez bile sarıldığını görmedim. Hep çok uzak, erişilmezdi. Benden uzak, Sumela'dan uzak, annemden uzak. Yalnızca bazı erkek dostlarıyla el sıkışır, bazen yanaklarını bazen kafalarını birbirlerine değdirerek selamlaşırlardı. Annem de babam da bildikleri güzellikleri bana öğretmeye çalışırlardı. Annem ağaçları ve otları, inekleri ve kedileri gösterirdi. Babam erkeklere yüklenmiş sorumluluğu anlatır, güçlü olmam gerektiğini söylerdi. Gelişmem için benimle uğraşırdı. Ne yazık ki hiç onun istediği gibi olamadım. Yere sağlam basıp kollarımın gücüne güvenemedim. Her an onu kızdıracakmışım, yanağıma bir tokat yiyecekmişim gibi bir korkuya kapıldım. Hem ona güvendim, hem hiçbir şeyden korkmadığım kadar ondan korktum. Biraz büyüdüğümde fırtınalı gecelerde babam ve Sumela dışarıdaysa annem benden güç alırdı. Küçük kollarımla ona sarılır, kendimi güçlü ve iyi hissederdim. Sanki onu koruyabilecekmişim gibi, "Korkma anneciğim, ben buradayım" derdim. Annem gülümserdi. Gözlerindeki yaşları silerdi. Yaşları korkudan mıydı, babamın dünyasındaki yalnızlığından mı? Bunu düşünmek ancak yıllar sonra aklıma geldi.

Geçmişe baktığımda dördümüzün de büyük bir talihsizlik yaşamış olduğumuzu görüyorum. Babamın yaptıkları olmasa, bu talihsizliğimiz yalnızca küçük ailemizin içinde kalacaktı. Milyonlarca başka kadın erkek ve çocuk gibi, biz de dış dünyadaki yaşamın denizi içinde yüzmeye, kendi geleceklerimizi kurmaya çalışacaktık. Oysa babamın nedenini bir türlü anlayamadığım büyük hedefleri vardı. Önceleri bizler için, sonra ilk zamanlarda sözünü çok ettiği Allah için, ben büyüdükçe ve olayların akışı belirli sonuçlara vardıkça da geçinmemizi ve iyi koşullarda yaşamamızı sağlamak için kurduğu şirket için çalıştığını sanmıştım. Konuşması ve davranışları öylesine değişti ki, neyi niçin yaptığını büsbütün anlayamaz oldum. Ozan Abi’yle tanıştığımda umutlanmıştım. Onun babam üzerindeki olumlu etkisinin şirketteki işleri düzelteceğini, böylece babamın evde de daha iyi davranacağını, hep birlikte çok mutlu olacağımızı sanmıştım. Gelişmeler ne yazık ki hiç de böyle olmadı. Adeta uçuruma doğru yuvarlandık, aşağılara düştük, bataklıklara gömüldük. Küçük evimiz kocaman ve altın yaldızlı bir saraya dönüştü. Babam, annem, Sumela ve ben sarayın muhteşem odalarında tutsak edilmiş tuhaf yaratıklara. Belki de Ozan Abi babamın son şansıydı. Bunu kullanamadı. Annem Yagan Amca’ya çok kızıyordu. “O olmasa baban bunları yapmazdı” diyordu. Aslında Yagan Amca’yı da en az Ozan Abi kadar seviyordum. İkisi de çok iyiydi. Hep benim iyiliğimi düşünürlerdi. Babam kızdığında beni korurlardı. Yagan Amca çocukluğumu da biliyordu. Ozan Abi’yi sonradan tanımıştım. Yagan Amca babamın benden yapmamı istediği işlerde hep yardımcı olmuş, çoğunu kendisi halletmişti. Babam şirketi tanımamı ve sahiplenmemi istiyor, bu yüzden yaşıma uygun bazı işler veriyordu. Ne yazık ki düşündüğü gibi olmadı. Babamın istediği gibi bir genç olamadım. Ozan Abi’yi hep çok kıskandım. Yagan Amca’yla dertleştiğimde beni yatıştırıyor, kendime güven duymamı sağlıyordu. “Ozan sandığın kadar iyi biri değil, ayrıca gizli hesapları var. Şirkete zarar verenlere destek oluyor. Sen onları durdurursan baban senin gücünü ve değerini anlar” diyordu. Dediklerini yapmayı pek beceremedim ama Yagan Amca ve babam işleri zaten iyi hallediyorlardı. Erk A.Ş. böylece adeta birdenbire yükselip dört bir yanı kaplamıştı. Sonra günün birinde kötü bir olay oldu. nereden ve nasıl çıktığı herkesçe pek de öğrenilemeyen bir kurşun yaşamımızı değiştirdi.

Babamın annemi niye vurduğunu hiç anlayamadım.



TACİZCİ AMCA

İlk anılarım güzel olmalı. Annemin sevgisini hatırlıyorum. Babamın sevinç dolu sesi kulaklarımda. Sumela’yla ilgili karmaşık duygularım var. Beni okşar ve severken birden yumuşak yanağımı koparacak gibi sıkıverdiği olurdu. Ya da kucaklarken kemiklerimi kıracakmış gibi sıktığı. Yaptığım yaramazlıklarda “Sakın babama söylemeyelim, duymasın” diye öylesine bağırırdı ki, yalnızca babam değil herkes duyardı. Yine de o yıllarda annemle, Sumela’yla ve babamla geçen günleri çok iyi bir dönem, belki de yaşamımın en mutlu anlarının bulunduğu bir zaman dilimi olarak hatırlıyorum. Ne yazık ki rahatlığım pek uzun sürmedi.

Babamın iş çevrelerindeki değişimlerin sonucu olarak eve yeni kişiler gelip gitmeye başlamıştı. Onlarla hiç ilgilenmiyordum, dediklerini zaten anlamıyordum, gelip gelip gidiyorlardı. Bir gün yaşlı bir adam erken gelmişti. Babam henüz yoktu. Annem mutfaktaydı. Sumela odamızdaydı. Babamın işleri yeni yeni gelişmeye başlıyordu. Henüz evimiz bir saray değildi, ikimiz aynı odada yatıyorduk. Sumela sık sık odamıza gider, küçük bebekler ve kartpostallarla öyküler anlatırdı. Resimlerdeki kızlara ve oğlanlara hep hayran hayran bakardı. Adam içeri gelince canım sıkıldı. Annem salonda oynamama izin vermişti ama şimdi gitmem gerekecekti. Oyuncakları toplamaya başladığım sırada adam beni yanına çağırdı.

Gel bakalım güzel çocuk” dedi.

Yerimden kıpırdamadım. Ne işim vardı tanımadığım bir adamın yanında? Annem dışarıda tanımadığınız kişilerin yanına gitmeyin demişti. Evde niye gidecektim? Adam da hiç sevimli görünmüyordu. Ne anneme ve babama, ne de Sumela’yla bana benziyordu. Saçları gri ve seyrekti. İri ve yuvarlak bir gözlüğü, ince bıyıkları ve sakalı vardı. Bana göre dev gibiydi, babamdan bile iriydi. Benden ses gelmeyince cebinden küçük metal bir kutu çıkarıp salladı. İçinden gelen sesi dinletti. Bana baktı.

Bunun içinde ne olduğunu biliyor musun?”

Başımı iki yana salladım.

Öğrenmek ister misin?”

Yine başımı iki yana salladım. Kutunun kapağını açıp içini gösterdi. Renkli ve yuvarlak lekeler görünüyordu.

Şeker mi?” diye sordum.

Gel bak bakalım.”

Annem şeker yememizi istemiyor.”

Adam gülerek konuştu.

Sen ne akıllı çocuksun öyle. Babana çekmişsin. Ama amcalar şeker verince yenir. Yememek ayıptır. Gel bir tadına bak bakalım.”

Ağzına bir tane atıp gözlerime bakarak ve şapırdatarak emmeye başladı. Bir süre sessizce izledim. Gitmeyi düşünmüyordum. Şekere çok meraklı da değildim. Adam kırmızı ve iri bir şeker çıkardı.

Gel al bakalım şunu” dedi. “Yemezsen babana söylerim, sana kızar.”

Birden sanki babamın bir isteğini yapmıyormuşum gibi bir korkuya kapıldım. Arkadaşı babama büyüklerime karşı geldiğimi söylerse babam ne yapardı? Beni döver miydi? Annem beni koruyabilir miydi? Adamı tanımasam yanına gitmezdim ama bizim eve geldiğine göre akrabamız ya da dostumuz olmalıydı. Gidip şekeri alsam, teşekkür edip oynamak için Sumela’nın yanına gitsem. Ne zararı olurdu ki? Üstelik belki de güzeldi şekeri. Sessizce ve yavaşça bacaklarını iki yana açmış adamın oturduğu koltuğun yanına gittim.

Beni yakalayıp yanına çekti ve ayaklarını yerde birleştirerek beni dizlerinin arasında sıkıştırıp hapsetti. Canım acıdı. “Bırak!” diye bağırdı. “Bırakacağım, önce şekerini ye” diyerek iri parmaklarıyla dudaklarımı ayırarak şekeri içeriye bastırdı. Yine canım acıdı. Ağlamaya başladım. Sesime Sumela geldi. Üzerinde hoş ve bedenini sıkı saran bir elbise vardı. Babam bu tür giysilere çok kızıyordu. Gördükçe anneme “Sen çocuk yetiştirmeyi bilmiyorsun” diyerek bağırıyordu. Adam gözlerini Sumela’nın bedenine dikti. Evde babamdan ve benden başka erkek görmeyen Sumela’nın bir süredir dışarıda gördüğü bazı gençlere dikkatle baktığına dikkat etmiştim. Evimizde oturan adam da ilgisini çekmiş olmalıydı.

Ben de şeker alabilir miyim?” diye sordu.

Amcana bir öpücük verirsen istediğin kadar veririm” dedi yaşlı adam.

Sumela bir an durakladı. Sonra yaklaştı. Adam dudaklarından sızan şekerli sıvıyı yaladı. Elini Sumela’nın memelerine koydu.

Kocaman kız olmuşsun sen artık kız!” dedi titreyen bir sesle. “Güzel ve sadık bir kadın olabilirsin artık.”

Adamı öldürmek istedim. Ablama kötülük yapıyordu. Ama Sumela rahattı. Gururlu ve sevinçli bir yüzle adama baktı.

Güzel miyim gerçekten?” diye sordu.

Çok güzelsin.”

Bu sözü o anda salona girmiş olan annem de duydu.

Çek o pis ellerini çocuklarımın üzerinden iğrenç herif” diye bağırdı hiç tanımadığım bir sesle.

Adam şaşkınlık içinde kekeledi.

Demet Hanım, yanlış anladınız. Demet Hanım, hiç olur mu? Ne demek istiyorsunuz? Onlar benim de çocuklarım, bizim de çocuklarımız. Hayriye Hanım da, ben de çok seviyoruz onları. Kendi çocuklarımız gibi.”

Daha fazla konuşmayın Hasan Bey. Lütfen hemen gidin. Bu evden ve çocuklarımdan uzak durun.”

Adam kekeleyerek biraz daha konuşmaya çalıştı. Sonra süklüm püklüm uzaklaştı. Annem öfkeyle söyleniyordu.

Seni ahlak masasına teslim etmediğime şükret pis adam.”

O sırada bunun üzerinde ahlak yenen bir masa olduğunu düşünmüş, ahlakın nasıl bir yiyecek olduğunu merak etmiştim. Daha sonra bir oyun da olabileceği aklıma geldi. Çok sonraları bir yerde ahlak masasının, cinsellik ticaretini denetlemeye çalışan bir devlet birimi olduğunu duyup şaşırmıştım. Ahlakın ne olduğunu anlayamadığım gibi, ahlak masasını da hiç anlayamadım. Ahlak hiç olmadığı için mi bir masada filizlendirilip geliştirilmesi gerekiyordu, çok fazla olduğu için mi masalara dağıtılarak kontrol edilmesi isteniyordu? Ahlak neydi, kimindi, nasıl korunurdu? Ahlak masaları, Hasan Bey’lere ne yapardı? Ne yapmalıydı?



BELAL’İN TACİZLERİ

Küçük yaşta tacizci bir amcayla karşılaşmasam, Tecavüzcü Belal olur muydum?

Anlatması biraz zor olan bu tuhaf öykü küçük tacizlerle başlamıştı. Aslında öncelikle de, Sumela’nın bana tacizleriyle. Başlangıçta onunla pek iyi geçinemeyen iki arkadaş gibiydik. Benden daha güçlüydü. Kızdığı, dövdüğü olurdu. Ama ablalık da yapardı. Özellikle annem, babam, ya da yaptıklarına değer verebilecek herhangi biri yakınlardaysa koruyuculuğu iyice artardı. Yine de şunu söyleyebilirim ki, ne tek ne ilk ne de en önemli nedeni o değilse de, Sumela olmasaydı Tecavüzcü Belal olmazdım.

Sumela’nın benden önceki yıllarını elbette bilmiyorum ama annemin söylediğine göre o zamanlar daha sakin ve huzurluymuş. Annemle iyi bir ilişkileri varmış. Ben gelince işler değişmiş. Kardeşini o kadar seviyormuş ki kucaklarken neredeyse sevgiden boğulacakmışım. Bana o kadar bağlıymış ki parmağımı elimi kulağımı bileğimi yanağımı çenemi sımsıkı yakaladığında annemin duyacağı kadar ağlatmadan bırakmıyormuş. Neyse ki Sumela’nın saldırıları büyüyüp güçlendikçe azalmış, kontrollü bir düzeye gerilemişti. Bir gün bana nasıl baktığını gördüğümde Sumela’nın artık eskisinden çok farklı olduğunu düşündüm. Gözlerinde seven bir yumuşaklık, sıcak bir yakınlık vardı. Sesiyle okşuyor, okşayarak kucaklıyordu. Daha önce korkup kaçtığım dokunuşlarını arar olmuştum. Bir gün elini yanağıma koymuştu. Bu ilk kez olmuyordu ama uzun süre çekmemişti.

Ne hoş bir tenin var” demişti.

Ne diyorsun be abla” demiştim sıkılarak.

Bana yalnızken abla deme. Yalnızca Su de. Annemin yanında ne istersen diyebilirsin. Babamın yanındaysa yalnızca Sumela Abla diyeceksin. Saygılı konuşacaksın.”

Peki abla.”

Annem de babam da yok. Şimdi ne diyeceksin?”

Su.”

Beni seviyor musun?”

Seviyorum.”

Adımı da söyle.”

Seni seviyorum Su.”

Aramızdaki yaş farkı çok fazla değildi ama yine de benden epey büyüktü ilk yıllarda. Şimdi o hızla değişiyordu. Ben biraz büyümüş bir çocuktum ve galiba onun yeni dönemindeki ilk oyuncağı olmuştum. Onu seviyordum, oynamak dışında bir işim de yoktu zaten, bu yüzden hiç itirazım yoktu bu duruma. Sumela’nın gözlerimin içine bakmasından, sürekli yeni öyküler anlatarak beni sevmenin binlerce yolunu bulmasından, en çok da aradaki küçük dokunuşlarından çok hoşlanıyordum. Sumela’nın aklına nereden geldiğini bilemediğim öyle çok düşünce üşüşüyordu ki, adların ve olayların arasında kayboluyordum. Bazen zengin bazen yoksul, bazen soylu bazen halktan, bazen masal bazen gerçek dünyasında, bazen okulda bazen tatilde, bazen de Sumela’nın bildiği ya da uydurduğu işlerden birinde çalışıyor oluyorduk. Sumela kendi rolünü yazdığı gibi, benim yapacaklarımı ve söyleyeceklerimi de tüm ayrıntılarıyla planlayıp uygulatıyordu. Çok güzel günlerdi. Oyun, bedenlerimiz geliştikçe bozuldu. Sumela’nın dokunuşları daha tutkulu olmaya başladı. Bakışları ve soluğu eskisinden farklıydı. Bir oyun oynadığımızı unutuyor, kendini fazla kaptırıyordu. Beni pek anlamadığım hareketleri yapmaya zorluyordu. Önceleri nedense biraz karşı çıkmıştım. “Ben senin oyuncağın değilim” demiştim. Sonra yaptırdıklarından benim de en az onun kadar hoşlandığımı fark ettim. Sumela bedenini artık çoktan keşfetmişti. Benim bedenimi benimle birlikte keşfediyordu. Aramızdaki yakınlık ve bedenlerimizin sıcaklığı her geçen gün biraz daha artıyordu. Sumela bedeninin her noktasına dokunmamı,onu bütünüyle tanımamı istiyor, kendisi de aynısını bana yapıyordu. “Büyüyorsun çocuk” diyordu bazen beni öperken. “Büyüyorsun ve her geçen gün daha güzel tatlar bırakıyorsun ellerimde.” Oyunumuz artık vazgeçilmez olmuştu. Sumela’yla başbaşa kalabileceğim zamanları iple çekiyordum. Annemin, hele babamın bu durumu fark etmesinden çok korkuyordum ama aldırmıyordum. Karşı konulmaz bir güç, beni bir başka Belal’e doğru götürüyor, çocukluğum her geçen gün biraz daha büyüyordu. Boyum hâlâ Sumela’dan epey kısaydı ama davranışlarım ve birlikte yaşadıklarımızdan aldığım zevk onunkilere yaklaşmaya başlamıştı.

Sen benim küçük prensimsin” diyordu Sumela beni severken.

Sen benim kraliçemsin ve hep öyle kalacaksın” diyordum onu öperken.

Küçük krallığımızda büyük mutluluklar yaşıyorduk. Bir gün tatsız bir olay olmasa, belki de yaşadıklarımız yalnızca masum bir çocukluk anısı olarak kalacak, yaşamımda tuhaf ve kalıcı bir iz bırakmayacaktı.

Hep birlikte olduğumuz sayılı akşamlardan birindeydi. Salonda annem, babam, Sumela ve ben oturuyorduk. Su, her zamanki gibi yine çok hoş ve güzeldi, çekiciydi, sıcaktı. Ben artık kendimi genç bir erkek olarak görmeye başlamıştım. Akıl almaz bir güç beni Sumela’ya çekiyordu. Ona sarılmak, elinden tutup götürmek, en güzel oyunlarımızdan birini tutkuyla oynamak istiyordum. Kuşkusuz bunu yapamayacağımı biliyordum ama hiç değilse ona dokunmak istedim. Elimi usulca uzatıp bacağına hafifçe dokundum. Birden kulaklarıma inanamadım. Sumela bir çığlık atmıştı.

Anne! Baba! Belal bana tecavüz ediyor.”

Bir an korkunç bir sessizlik oldu. Sonra annem gülümsedi. Babam kahkahalarla gülmeye başladı. “Bizim oğlan erkek olmuş da kadınlara tecavüzü düşündürecek hale gelmiş ha, afferim benim oğluma” dedi. Annem araya girdi.

Yavrum ona tecavüz denmez, taciz bile dememelisin, kardeşin ergenlik döneminde. Boş bulunmuştur.”

Sumela annemden farklıydı. Babama daha çok benziyordu. Tuhaf davranışlarını hep gözlemiştim. Kendi çıkarlarını korumayı, istediklerini almayı ve yaptırmayı, başkalarını zayıflatmayı iyi biliyordu. O sözü beni incitmek için edip etmediğini bilmiyorum. Nasıl ve neden söylemiş olursa olsun, Sumela’nın yakıştırdığı sözü babam pekiştirdi.

Tecavüzcü Belal! Afferim oğluma. Erkek adam elbette ihtiyaçlarını karşılayacak. Kadın ne için vardır.”

Annemin, babamın bu sözlerine o sırada şiddetle karşı çıkmaması sonraki yıllarda beni hep şaşırtmıştı. Niçin böyle sessiz kaldığını anlayamamıştım. Babamla arasında iyi ve doğru tek bir ortak nokta, en küçük bir güzellik kalmamış olduğunu nereden bilebilirdim? Üstelik “Tecavüzcü Belal” benim için yalnızca bir ergenlik anısı olmamış, babamın yazdığı korkunç bir öykünün de kötülük simgesi olmuştu.




BELAL’İN İLK AŞKI

İlk aşkımın son aşkım olacağını onunla ilk karşılaştığımda elbette asla bilemezdim.

Biraz büyüdüğümde babam beni işe götürmeye başlamıştı. Önceleri çok umutluydu. Onun yaptıklarını hemen görüp anlamamı, kendiliğimden ne istediğini kavrayıp onun gibi olmamı bekliyordu. Ne yazık mı ne mutlu mu demeliyim bilmiyorum, hiçbir zaman onun istediği gibi bir çocuk olamadım. Ne ona yakışan bir genç, ne de ona göre adam olabildim. Onun gözünde hep işe yaramaz bir zavallı olarak kaldım. Kendi gözümdeki değerim de düştükçe düştü. Annemin babamdan esirgediği aşkı bana verdiğini hissetmesem, yokluğuma dayanmanın onun için çok zor hatta imkânsız olacağını bilmesem gereksiz bedenimin ve işe yaramaz aklımın canlı kalmaması için elimden geleni yapardım. Aslında annemle birlikte uzaklara gitmeyi çok istedim. Bunu ona da söyledim. Annem bana sarıldı, güldü. "Gidemeyiz yavrum" dedi. "Dünyayı ve yaşamı henüz tanımıyorsun. Baban kadar güçlü değiliz. Paramız da yok. Yalnız yaşayamayız. Gidip yaşayabileceğimiz hiçbir yer yok." Ben çalışıp kazanacağımı, ona bakacağımı söyledikçe daha çok güldü, bana daha sıkı sarıldı. "Sen çok güzel işler yapabilirsin yavrum" dedi. "Beni düşünme, önüne mutlu olacağın bir yol aç. Sen güzel bir yere varırsan, belki bir gün ben de yanına gelirim." Bu dediği hiç olmadı. Hiçbir yere gidemedim.

Babam benden kendi kopyasını yaratamayacağını anlayınca uğraşmaktan vazgeçti, beni yalnızca bir korkuluk olarak kullanmaya karar verdi ve düzenli olarak yönetim merkezine götürmeye başladı. Söylediğim her söze, yaptığım her işe kızıyordu. Beni sürekli olarak aptallıkla, beceriksizlikle suçluyordu. Koltuğu ve masası, odası ve ofisi, çalıştığı bina ve bulunduğu çevre ben büyüdükçe büyümüş ve zenginleşmişti. Babam görünüş olarak pek değişmemişti ama duruşu ve bakışları, kurduğu ilişkiler farklılaşmıştı. Eskiden beri babamdan çok korkardım. Artık karşısında titremeden duramıyordum. Tuhaf olan, çok güçlü görünen bazılarının da benim gibi olmalarıydı. Babam koltuğundan kalktığı anda ne yapacaklarını bilemiyor, sessizce ondan gelecek darbeyi bekliyorlardı. Ozan Abi ile karşılaşana kadar yaşamım korkunçtu. Onu tanıdıktan sonra da yaşamım iyileşmedi ama en azından bu dünyada iyi ve güzel şeyler de olabileceğini düşünmeye başladım. Belki de Ozan Abi'yi tanımış olmasam Hece'yi hiç görmez, görsem fark etmez, fark etsem onunla konuşacak cesareti bulamaz, konuşsam bile yakınlaşmaktan korkar, yalnızca uzaktan bakardım. Hece'yi görünce aklımdan geçen ilk düşünce, "İşte Ozan Abi'nin sözünü ettiği güzellik bu olmalı" oldu. Hece'ye saatlerce, günlerce, aylarca uzun uzun baktım ama onu anlatamam. Çekingen, sessiz, yalnız, mutsuz, güçsüz görünüyordu. Her an korkup kaçacak gibiydi. Çok genç olmalıydı, babamın ona bakışlarını görünce ne yapacağımı bilemedim. Benim her an incinebilecek küçük bir çiçek gibi gördüğüm Hece'ye o, koparıp yapraklarını yolmak ister gibi bakıyordu. Babamın duruşunun, bakışlarının, ses tonunun, yüzündeki ifadenin insanı nasıl ürkütüp titrettiğini çok iyi bildiğim için Hece'ye çok acıyordum. Nereden bulup eline düşmüştü bu korkunç adamın? Ozan Abi galiba Hece'yi uzaktan biraz tanıyordu. Aydın Abi'den duyduğunu söylemişti. Yoksul bir ailenin akıllı kızı olduğunu, babamın yardım etmesini umarak onun yanında çalışmasını istediklerini, kayıtsız ve eğitim görmeyen bir stajyer olarak işe başladığını, bir tür yönetici yardımcısı olmasını düşündüklerini anlatmıştı. Bu küçücük kızın bu büyük işleri üstelik babam gibi bir adamın yanında nasıl yapabileceğini anlamamıştım ama yine de Hece'nin gelişindeki ve duruşundaki cesarete hayranlık duymuştum. Zamanla Hece'nin aslında çok zavallı ve çaresiz olduğunu anlamıştım. Ailesini ve kendisini kurtarmak için babamdan gelecek paraya muhtaçtı ve babam bu durumu çok iyi biliyordu. Hece'nin durumunu çok iyi anlıyordum çünkü benim durumumun da babamın oğlu olmam ve ailemin çok zengin olması dışında onunkinden pek farkı yoktu. Ben de Hece ve annem gibi babamın vereceği paraya bakıyordum. Ben de herkes gibi ondan kendimi pencereden atabilecek kadar çok korkuyordum. Onu öfkelendirmemek için ölmeye razıydım. O zamanlar yavru fil sendromunu duymamıştım ve babamın beni parçalarıma ayırarak pencereden atabileceğini ve benim çaresizce ona bakmak dışında hiçbir şey yapamayacağımı düşünüyordum. Babamın gözlerine bakmaya, ona doğru bir adım atmaya cesaretim yoktu. Kendimi korumayı, ona dokunmayı düşünemiyordum bile. Boğazının kesilmesini bekleyen bir koyundan daha cesur ve güçlü değildim. Zavallı Hece bu olağanüstü inceliği ve güzelliğiyle acımasız bir dünyanın içine düşmüştü. Babamın onunla nasıl oynadığını uzaktan çaresizce izliyor ve elimden hiçbir şey gelmediği için kahroluyordum. Babam bu küçücük kızı olgun bir kadın olarak görüyor ve onun kölesi olmasını istiyordu. Başlangıçta bu duygularını pek açığa vurmamıştı ama zamanla herkes durumu açıkça görmüştü. Hece babamın elindeki görünmez iplerle ona bağlıydı. Kıpırdadıkça büyük acılar çekiyordu. Babamın her sözü ve davranışı, Hece'nin çaresizliğinin farkına varmasını ve tümüyle ona teslim olmasına yönelikti. Hece'nin defalarca karşı çıkacak noktaya geldiğini ve son anda durduğunu görmüştüm. Yüzünde gördüğüm acıları anlatamam. Görünmez ipler yalnızca onu değil, ailesini ve geleceğini de kıskıvrak bağlıyordu. Hece ölümcül acılarla karşılaşmaktan korktuğu için, ağlamaya bile cesaret edemiyordu. Kaskatı duruyor ve bekliyordu.

Hece'yle bambaşka koşullarda karşılaşmış olmak için neler vermezdim. Ona söyleyecek güzel sözler bulabilmeyi, onunla bir deniz kıyısında sakince ve rahatça konuşabilmeyi, hiçbir gelecekten ve hiçbir tehditten korkmamayı ne kadar çok isterdim. Onunla iki sevgili olamasak bile, iki dost olabilmek beni öyle mutlu ederdi ki. Dünyaya ve insanlara güvenle bakabilmek, yaşamın güzelliklerini birlikte görebilmek. Bir gün uzaklara gitmesinin ve ondan ayrılmanın acısına bile katlanırdım. Onu tanımış olmakla ve yaşadıklarımızla avunurdum. Ne yazık ki bambaşka koşulları yaratabilecek gücüm yoktu. Belki gücüm olsa bile, o koşulların zamanı henüz gelmediği için onları yaratamayacaktık. Bu yüzden, kaçınılmaz sona adım adım yaklaştık. Hece'nin babamın kurduğu kapana yakalanmış olduğunu, dünyadan ve benden uzaklaşmakta olduğunu her an hissettim. Elimden hiçbir şey gelmedi. Çaresizce bekledim. Bir gün o kaçınılmaz sonun en dayanılmaz sahnesini izledim.

Babamın yanına zorunlu olmadıkça gitmiyordum. Ona ulaşmak zaten pek kolay değildi ama benim ayrıcalıklarım vardı. Babam beni hiçbir zaman bir tehdit olarak görmediği için olsa gerek, çoğunlukla onun odasına elimi kolumu sallayarak girebiliyordum. Babam kapısını kitlemezdi ama kapının dışındaki herkes eğer istemediği bir kişi odasına girecek olursa buna neden olanların ölümden beter cezalara çarptırılacağını bilirdi. Sanırım benim dışımda hiç kimse, böyle elini kolunu sallaya sallaya yürüyüp teklifsizce kapıyı açarak odaya dalamazdı. Benimse bu işi daha önce yaptığım da olmuştu. Nedense babam bana pek ses çıkarmamıştı. Kapıyı açtığımda neler göreceğimi bilsem belki hazırlıklı olur, içeriye ne yapacağımı bilerek hemen dalardım. Ama hazırlıksızdım. Odaya girince gördüklerim karşısında donup kaldım.

Önce Hece'nin sesini duydum. Acı dolu bir çığlığı kısarak içine atmaya çalışmıştı. Sonra masanın üzerinde yaslanmış duran bedeninin üst kısmını, yüzünü ve gözlerini gördüm. Başı kapıya dönüktü. Elleri bağlıydı. Bacakları yere uzanıyordu. Babam hemen arkasındaydı. Hızla soluk alıp vererek ve üzerine abanarak iri elleriyle Hece'yi tutuyor, ona büyük acılar vererek henüz uzaklarda olması gereken yolculuklara zorluyordu. Gördüklerime inanamıyordum ama babamın yaptıklarına yine de şaşırmıyordum. Küçücük bir çocuğa tecavüzcü adını yakıştıran bir adamdan her şey beklenebilirdi. Babamı tuttuğum gibi pencereden dışarı fırlatabilmeyi çok isterdim. Gücüm yoktu. Çaresizce haykırmaya başladım.

"Pislik herif, asıl sensin tecavüzcü, çocuk katilisin sen, lanet herif. Nasıl yaparsın bunu Hece'ye. Pislik herif,lanet herif, güzelliğin belası herif. Nasıl yaparsın bunu o küçücük kıza? Pislik. Pislik. Pis. Pisliğin odayı dolduruyor. İğrenç kokun ve sesin. Zehirli nefesin."

Ağlamaya başladım. Babam şaşırarak donup kalmıştı. Sekreterler ve Yagan Bey odaya girdiğinde henüz toparlanamamıştı. Sekreterlerden biri üzülerek, diğerleri kayıtsız baktılar Hece'ye. Yagan Bey yüzünde zevk aldığını düşündüren bir ifadeyle durumu uzun uzun inceledi. Babama karşı kıskançlık ve hayranlıkla karışık duygular beslediğini sezdim. Neden sonra toparlandı.

"Erdoğan Bey" dedi. "Biliyorsunuz birazdan toplantı için gelecekler, Hece hanım bir an önce işinin başına dönse iyi olur. Belki siz de son hazırlıkları gözden geçirmek istersiniz. Ben on dakika sonra dosyayı getiririm."

Sekreterler şaşkınlıkla bakıyorlardı. Yagan Bey onlara bağırma zevkini babama bırakmak istemedi.

"Ne duruyorsunuz uyuşuk uyuşuk? Kıpırdasanıza. Götürün hemen Hece hanımı buradan. Duymadınız mı, önemli bir toplantı var. Herkes işinin başına, hemen!"

Hece bir süre daha çalıştı galiba ama onu bir daha görmedim. Galiba ailesi ve kendisi için yüklü bir tazminat alarak işten ayrıldı. İlk aşkımın son aşkım olacağını onunla ilk karşılaştığımda elbette asla bilemezdim.



GENÇ BELAL’İN ACILARI

Babamın istediği gibi bir genç olamadım. Ozan Abi’yi hep çok kıskandım. Yagan Amca’yla dertleştiğimde beni yatıştırıyor, kendime güven duymamı sağlıyordu. “Ozan sandığın kadar iyi biri değil, ayrıca gizli hesapları var. Şirkete zarar verenlere destek oluyor. Sen onları durdurursan baban senin gücünü ve değerini anlar” diyordu. Dediklerini yapmayı pek beceremedim ama Yagan Amca ve babam işleri zaten iyi hallediyorlardı. Erk A.Ş. böylece adeta birdenbire yükselip dört bir yanı kaplamıştı. Sonra günün birinde kötü bir olay oldu. nereden ve nasıl çıktığı herkesçe pek de öğrenilemeyen bir kurşun yaşamımızı değiştirdi.

Babamın annemi niye vurduğunu hiç anlayamadım. Birazdan, esirgeyen bağışlayan yüce Allah'ın adıyla keseceğim babamın kafasını.

Babamın büyük hedefleri olmasa, yaşadıklarımız yalnızca küçük ailemizin içinde kalacaktı. Milyonlarca başka kadın erkek ve çocuk gibi, biz de dış dünyadaki yaşamın denizi içinde yüzmeye, kendi geleceklerimizi kurmaya çalışacaktık. Oysa babam asla durmadı. İçindeki ölümü yalnızca bizlere değil, ulaşabildiği herkese ve hatta bütün dünyaya taşımak için elinden geleni yaptı. Bunun nedenini hiç anlayamadım. Annemi mi beni mi kendini mi sevmiyordu bilemedim. Galiba o en çok Sumela'yı seviyordu ve Sumela da en çok ona âşıktı. Babamın yaşamı niye sevmediğini hiç anlayamadım.

Yaşamımın yaşarken yaşanmadan biteceğini, ilk aşkımın son aşkım olacağını, çocukluğumun ve gençliğimin acılarının beni büyük bir yalnızlık içinde ölümü bekleyerek yaşanacak bir hayata kapatacağını asla bilemezdim. Yıllar beni tüketerek geçti. İlk aşkım Hece çok gerilerde kalmıştı. Babamın annemi niye vurduğunu ve sonra Ozan Abi'nin niçin yaşamımızdan tamamen çıktığını hiç anlayamadım. İçimizde, dışımızda, yakınımızda ve uzaklarda bir eksiklik olduğunu hep hissettim. Kötülük her yanımızı kaplamıştı, iyilik bize yaklaşamıyordu. Ozan Abi gittikten sonra kendimi çocukluğumun korkunç karanlıklarında sonsuza dek yaşamaya mahkum edilmiş gibi hissettim. Ozan Abi bana Aydın Abi'den çok söz etmişti. Eğer babam onu göndermeseydi, her şeyin bu kadar kötü olmayacağını söylemişti. Aydın Abi'yi tanımıyordum ama Ozan Abi'ye çok güveniyordum. Beni babamdan bile koruyabilecek iki kişi varsa, biri annem diğeri Ozan Abi'ydi. Ozan Abi Aydın Abi'ye böyle çok güvendiğine göre, Aydın Abi de çok iyi ve güçlü bir insan olmalıydı. Yagan Amca da çok iyi ve becerikli biriydi. Aslında kendisi hemen hiçbir iş yapmıyordu. Ama çevresinde çözülmesi gereken bir sorun olduğunda öyle akıllıca sözler ediyordu ve başkalarını öyle güzel yönlendiriyordu ki bütün sıkıntılar kısa sürede geride kalıveriyordu. Şirkete zarar verecek gibi olduklarında Aydın Amca, Mahmut Amca, Ozan Abi hep bu yüzden ve böyle uzaklaştırılmış olmalıydı. Tüm bu işlerin nasıl yapıldığını bilmediğim gibi, başka olayların nasıl yaşandığını ve başkalarının başına neler geldiğini de bilmiyordum. Babamın oğlu olarak önceden döşenmiş rayların üzerinde kendi yaşam vagonumunda ilerliyordum. Aşklarım ve umutlarım geride kalıyordu. Babamın Hece'ye yaptıklarını gördükten sonra o küçücük kızı kurtarmak ve ona güzel bir yaşam sağlamak için hiçbir şey yapmamış ya da yapamamış olduğum için kendimden nefret etmiştim. Artık ne kendime güvenebilirdim ne de bir başkasının bana güvenmesini isteyebilirdim. Güven olmayınca sevgi ve saygı, yaşam da olmazdı. Babam kimseye güvenemediği için hep yalnızdı, sürekli kaçarak ölümü bekliyordu. Ben de onun yanında yaşamak, dayanılmaz acılara katlanmak ve sevdiğim herkesin yok olmasına katlanmak zorundaydım.

Hepsini, babamın annemi vurmasını bile bağışlayabilirdim ama onun annemi düşürdüğü durumu affedemiyordum. Annem ölüp gitse, belki yokluğuna alışabilirdim. Ama annem babamın onu kapattığı vagonun içinde bir zamanlar çok sevdiği bu adamın tüm canavarlıklarına katlanmak ve onun tüm güzellikleri yok etmek için giriştiği savaşa tanık olmak zorundaydı. Çocukları her şeyiydi ve kendisinin ve çocuklarının babam için hiçbir değeri olmadığını anladığında bile onsuz bir yaşam düşünememiş, bulamamış, kuramamıştı. Babamın onu kapattığı korkunç karanlıktan kendini kurtaramamış, çevresindeki ve dünyadaki kimse de bir çözüm bulamamış, ona yardım edememişti. Ben de çaresiz kalmıştım. Bulabildiğim tek çözüm, babamı öldürmek olmuştu. O ölünce belki dünya daha güzel olurdu. Belki onun yerini Yagan Bey gibi başka babalar doldururdu ve hiçbir şey değişmezdi ama bulabildiğim başka çözüm yoktu. Bunu denemek zorundaydım. Yalnızca annemin yüzünde belirecek küçük bir sevinç gülümsemesi için bile bunu yapabilirdim. Erk A.Ş.'nin iyiye mi kötüye mi gideceği, çıkacağı mı batacağı mı, başına kimin geçeceği ve neler yaşanacağı umurumda değildi. Büyük ihtimalle Yagan Bey'in kontrolündeki Sumela her şeyin eskisi gibi gitmesini sağlayacaktı ama olabilecek hiçbir şey umurumda değildi. Yaşamım boyunca tanık olduklarımdan kurtulmak ve artık annemin yüzündeki ve gözlerindeki acıyı görmemek istiyordum. Babamın ölümünden sonra babaannemin de huzura ereceğinden ve uzaklardaki yerinde artık rahat uyuyacağından kuşkum yoktu. Tek korkum, benden sonra anneme ve Hece'ye kötü davranılmasıydı ama Ozan Abi'nin oluşacak yeni koşullarda Aydın Abi'nin de desteğiyle onların daha iyi koşullarda yaşaması için çözümler bulabileceğine inanıyordum.

Babamın annemi niye vurduğunu hiç anlayamadım. Birazdan, esirgeyen bağışlayan yüce Allah'ın adıyla keseceğim babamın kafasını. Babamın annemi vurabileceğini daha önce anlasam belki tüm bunların yaşanmaması için bir çözüm bulabilirdim. Hece'yle birlikte geçecek güzel bir ömrün hayallerini bile kurabilirdim. Annemin ve babamın bana verebildikleri akıl ve güç buna yetmemiş olmalı. Her şey için çok geç olduğunu biliyorum. Yapabileceğim başka hiçbir şey yok.

Birazdan, esirgeyen bağışlayan yüce Allah'ın adıyla keseceğim babamın kafasını.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sumela'nın Aşkları

Aslında Belal başımın en büyük belası olarak gelip kurulu düzenimi bozmasa, hiç kuşkum yok ki yaşamım çok daha güzel ve anlamlı olacaktı...